İtalya - Giro 101 Özel - 2. Gün

Milano



Bu okuyacağınız yazı yeni oluşan hayallerimin kısa sürede gerçeğe dönüşmeye başladığı, beni bu gezide en çok heyecanlandıran İtalya Bisiklet Turu'nun (GİRO) 18. Etabının başlangıcına tanıklık ettiğimiz günün sabahı ile başlıyor. İnsan, günlük hayatında yaşadıklarından çok, gezip gördüklerinden anılar biriktirirmiş. Evinizde oturarak hayatınız boyunca aklınızın bir köşesinde kalacak bir anı saklayamazsınız. İşte bu pembe gün benim unutamayacağım en yeni anım oldu. Giro yıl boyunca yapılan üç büyük bisiklet turunun, sonucu en tahmin edilemeyeni olduğu için bence en zorlu ve eğlencelisi. 






Her gülün bir dikeni vardır prensibiyle sabah 7'ye saat kurduğumuz tatilimizin 2. gününe, 7:15 Milano trenine binerek başladık. İlk resimdeki bilet makinesinden tüm kuzey İtalya tren biletlerini alabiliyorsunuz. Ben bu fırsatı kişi başı yalnızca 4,50 €'ya 24 saatlik Milano bileti alarak kullandım. Bu kadar uzun mesafe için biraz ucuz gelmişti aslında ama İtalya'nın toplu taşıma biletleri konusundaki umursamaz tavrına da biraz güvenmedim değil. (İşte burası Foreshadowing diye tabir ettiğimiz bölüm oluyor.) Turun başlayacağı Milano'nun batısındaki Abbiategrasso kasabasına 2 espresso ve 3 aktarma ile ulaştık. İndiğimizde gözümüz yeni açılıyordu. 
































İtalya'da onlarca daha güzel ve turistik kent, kasaba varken benim gibi global turist endekslerine göre fakir sayılabilecek birini bile Abbiategrasso'ya getiren organizasyon ne kadar önem arz ediyor görüyor musunuz?  Küçücük kasaba Giro'nun rengi olan pembeye boyanmış adeta. O kadar şirin ayrıntılar var ki. Pastaneler Giro'ya özel küçük kurabiyeler yapıyor, bütün esnaf vitrinlerini pembe aksesuarlarla süslemiş, hatta pembe kıyafet giydirdiği köpeğini pembe topuklu ayakkabılarıyla dolaştıran bir mahalle sakinini bile gördük. Tüm kasaba sanki yılın sadece bir günündeki şenliğe aylardır hazırlanıyormuş gibi geliyor insana gezerken. Bilmeyenler için belirteyim, buna benzer kasabalar Giro organizasyonuna ciddi ücretler ödeyerek başlangıç ya da bitiş şehri olmayı hak ediyorlar. 




Roma-Vatikan yazımda övgüler yağdırdığım Panino Divino kadar olmasa da bu mahalle kasabı da güzel panini yapıyor. Yalnızca İtalyanca bilmelerine rağmen vücut diliyle anlaşabilip, bize muhteşem bir Dana Braciole tavsiye ettiler.




Şu görmüş olduğunuz bisiklet Giro 2018 şampiyonu Chris Froome'un bisikleti. Biz bu etabı izlemeye geldiğimizde Froome 5. sıradaydı ve acaba tası tarağı toplayıp Fransa turuna mı hazırlanmalı diye konuşulmaya başlamıştı. Bu deneyimi yaşadığım için ne kadar mutluysam, Froome'un 80 kilometre kaçarak diğer genel klasmancılara dakikalarca fark attığı ve Giro'yu kazandığı bu yılki Giro'nun 19'uncu, bisiklet tarihinin de en acayip etaplarından birini izlemeyi kaçırdığıma da o kadar üzüldüm. Yine de canlı canlı takım arabalarını, otobüsleri, ekipleri görünce organizasyonun ne kadar büyük ve zor olduğunu deneyimlemek güzeldi. Park alanı çok da dar olmayan, yolları geniş bu kasabada bile etap öncesi bir kaos hakimdi ki daracık yollardan çıkılan ve bir otelin dibinde biten zirve finişlerinin lojistik problemlerini prodüksiyon gözüyle görünce, organizasyona daha çok saygı duydum. 



Çevreci olmakla övünen yol bisikleti sporumuzun en tartışılan tarafını videoda görüyorsunuz. 200 profesyonel bisikletçinin arkasından geçen motorlu taşıt konvoyunun bitmesi 15 dakika sürüyor. Belki yakın gelecekte elektrikli araçların menzil sorunu çözüldüğünde ilk entegre olacakları yer burası olur ama şu an için bisiklet çevreyi kirletmeyen bir spor değil. Tabi bu sponsor araçları olmazsa da bu organizasyonu yapacak parayı bulamazlar.



Yukarıda bisikletlileri geçerken izlediğiniz 4,5 kat yavaş çekilmiş video henüz yarışın başlamadığı, şehrin içinde yüzgörümlüğü diye tabir ettiğimiz neutral startta çekildi. Bu video 2 dakika sürüyo, bu çocuklar bunun üzerine 196 km yolu 5 saatte gidip bir de finalde bir dağın zirvesine çıktılar. Bazı sporları yerinde izlemektense evde televizyondan izlemek daha zevklidir derler. Yol bisikletinde 200 bisikletliyi önünüzden toplam 10 saniyede geçip giderken izlemenin ne keyfi olduğunu sanırım şöyle anlatabilirim. Benim çocukluğumda kırlarda açan küçüçük mor çiçekli bir bitki vardı, minnacık çiçekten yarım gram bal emince mutlu olurduk evde kavanoz dolusu bal varken hatırladınız mı? Bisikleti yerinde izlemek bana bu duyguyu yaşattı. İyi ki gitmişiz.



Henüz öğle saatlerine yeni gelmemize rağmen üzerimizde tam bir günlük yorgunluk oluşmuştu. Bunda tepemizdeki İtalyan güneşinin de katkısı vardı elbet. Milano'ya döndüğümüzde Sforza kalesinin yanıbaşındaki Sempione Parkı'nda biraz yatıp yuvarlanmak istedik. Güneşi gören Milano halkı da bizimle aynı düşünce içerisindeymiş. Hemen yapıştırmışlar mayoları, bikinileri güneşlenmek için. 





Sforzesco Sarayı turistik olarak içine girilip gezilebilecek bir saraydan çok bir müzeler merkezi olarak hizmet veriyor. İçinde 8 adet ayrı müze ve sanat galerisi var. Hepsi de zaman geçirmeye değer kolleksiyonlar. Normal insanlar gibi planımızı Milano'da 3 gün geçirmek şeklinde yapsaydık bir günü bu saray ve çevresinde geçerdi. 





Sforzesco Sarayı'ndan parka çıktığınızda ufukta karşınıza bir zafer tak'ı çıkıyor. Arco Della Pace isimli bu kapı Milano'yu Paris'e bağlayan yolun başlangıcı olarak Napolyon döneminde inşa edilmeye başlanmış. Avusturya imparatorluğu Milano'yu fethedince de 1815 Viyana Kongresinin anısına Avrupa barışına adanarak tamamlanmış.




Günlük full akbilimizin de bize verdiği yetkiye dayanarak yarım saatlik yürüme mesafesini 5 dakikalık tramvay yolculuğuna çevirdik ve bir sonraki durağımız olan Santa Maria Della Grazie kilisesine gittik. Burası İtalya'daki diğer görkemli kiliselere kıyasla sıradan sayılabilecek bir kilise ancak ünlü olmasının bir sebebi var. 


Kilise'nin yanındaki manastır binasının yemek salonunun duvarında resim tarihinin en önemli fresklerinden biri duruyor. Leonardo Da Vinci'nin "İsa'nın son akşam yemeği" tablosu. Buraya kilisenin içinden ulaşmak mümkün değil. Müze olarak kullanılan binanın ayrıca bir bilet ofisi var. Bu resmi canlı görmenin bedeli kişi başı 10 €. Bir de rezervasyon gerekiyor önceden. Gittiğiniz gibi bilet bulamıyorsunuz. Biz toplamda 110 TL'yi, fazlasıyla yıpranmış olan ve rehbersiz bir şey anlamayacağımız bu resme 15 dakika bakmak için vermenin manasız olduğunu düşündük. Burada size bir tüyo verebilirim. Tabii ki bu tarz sanat eserlerini kendi gözlerinizle görmenin heyecanı paha biçilemez ancak Khan Academy'nin konu ile ilgili 7 dakikalık videosu orada 15 dakika boş dikilmekten daha bilgilendirici oldu benim açımdan. 



Buradan ayrılıp metroyla kapanmadan yetişmeyi umut ettiğimiz Duomo di Milano'ya doğru yola koyulduk. Duomo meydanı direk Sultanahmet. Seyyar satıcılar mı ararsın, çayı çorbayı fahiş fiyata satan cafeler mi.



Meydanda normal fiyata kahve ve dondurma satan 12 oz isimli bir cafe var. Cafenin üst katında klimalı, telefonunuzu şarj edebileceğinizi prizlerin olduğu bomboş bir de salonu var. Burada biraz dinlenip bilet fiyatlarını araştırırken gördüğüm fotoğraflar sonrasında Duomo'nun çatısına çıkmaya çok heves ettim. Evet, bu katedralin çatısına ayrı bir bilet alarak çıkabiliyorsunuz. İnternet araştırmalarıma göre katedral ve çatı bileti toplamda 18 € gözüküyordu. Eda zaten yorgunluk olarak fişi çekmek üzere olduğundan bana "sen git kendini kurtar, ben buralarda takılırım" icazetini kolaylıkla verdi. O heyecanla katedralin yanında ayrı bir binada olan bilet ofisine gittim. Yaklaşık yarım saat sıra bekledikten sonra merdivenle çatıya çıkma opsiyonun da içinde bulunduğu Duomo Pass B biletimi 12 €'ya aldım. 





Boyut olarak inanılmaz büyük olmasına rağmen açıkçası Doumo'nun içi beni hayal kırılığına uğrattı. Çok büyük bir boşluk hissiyatı içiniz kaplıyor katedrali gezerken. Tarih boyu görev yapan kardinallerin kabirleri kenarlardaki şapellerin içinde birbirlerinin devirlerine nazire yapar gibi sıralanmış. Mardin Midyat'taki Mor Gabriel'i gezerken mesela medrese düsturunun ön plana çıktığını hissediyorsunuz. Rahip mezarları yerin altına doğru insanların ayakları altına serilmiş durumdaydı orada. Burada ise bir kibir hissiyatı var kardinaller arası. 






Geldik Duomo'nunu en sevdiğim yerine. Duomo'nun çatısına tarihi merdivenden çıkmak tam 15 dakika sürüyor. O son büfeden aldığım yarım litrelik su olmasa, mümkün değilmiş zaten. 37 yaşımın yine yüzüme çarpıldığı dakikaları geçtikten sonra muhteşem bir manzarada gökyüzüne yapılmış heykeller sergisini gezmeye başladım. Avrupa'nın en büyük 4. Katedrali, İtalya'nın da en büyüğü Duomo di Milano. Eee, ama St. Peters varıdı Roma'da diyenlere Vatikan'ın ayrı ülke olduğunu hatırlatmak isterim, yerseniz. Ayrıca burası Gotik mimarinin de zirvesi olarak kabul ediliyor. Devasa kütleyi destekleyen uçan payandalar olmasa yüzyıllardır ayakta duramazdı ve payandaların üzerindeki bu muhteşem heykellere de yazık olurdu. Biz set öncesi yaptığımız reccelerden birini burada yapamadığımız için maalesef akşamüstü ters ışıkta gezmek zorunda kaldım çatıyı. Tavsiyem yaz saatlerinde ya tam 9'da ya da 11-12 arası buraya gelin. Güneş ışığının açısı mükemmel fotoğraflar yakalamanızı sağlayacaktır. Semavi dinlerdeki birliktelik son heykeldeki abinin göğü göstererek "Allah bir, Muhammed, Ali" dizelerinin ağzından dökülmesiyle burada da kanıtlanıyor, görüyorsunuz.



Galleria Vittorio Emanuele II isimli mimari olarak şaheser nitelikler taşımakla beraber içindeki mağazaların pahalılığı ve hitap ettiği kitlenin "Şekerim, ben hep Milano'dan giyiniyorum" diyen insanlardan oluşmasıyla bizi kaybeden tarihi alışveriş merkezi hemen Duomo'nun yanında bulunuyor. Ben çatıyı gezerken Eda da burayı biraz dolaşmış. Eda'nın bana "Massimo'nun İstinye'deki dükkanında vallahi daha güzel şeyler var. Aynı elbiseyi üç paraya alıyorum ben, şaşırmış bunlar" şeklindeki serzenişleri size, mimarisini gezin dolaşın ama bi soğuk suyunu içmeden de uzaklaşın tavsiyelerimi beraberinde getiriyor. Dipnot olarak La Scala'nın yanı başında oturup içini gezmeden yolumuza devam ediyor olmamızın içimde bir ukde olarak kaldığını belirtmek isterim.




Bu yorucu ama güzel günü yine Tripadvisor'ın tavsiyesiyle şehrin merkezine bir tramvay mesafede  ama biraz uzak bir restoranda gezimizin nadir okkalı akşam yemeklerinden biriyle tamamlamak istedik. L'Immagine Ristorante Bistrot siteden iyi puanlar alarak bilinirlik sağlamış ve bunun değerini bilen personeli, bitmeyen ikramları ve muhteşem yemekleriyle bizi çok mutlu etti. Şimdi şurayı bir açıklığa kavuşturalım. Et dediğin, marine edilerek yumuşatılırsa kömür gibi pişirilmeden de yenir. Yukarıda, size çiğ gibi gözüken et kadar yumuşak bir yemek yemedim ben hayatımda.

Son olarak Bergamo'ya dönüş trenimizde bir kondüktör'ün bize "Bilader, o elindekiyle sadece Milano içinde seyahat edebilirsin. Bi 16 € canlıyı ateşle de yakmayayım askerliğini" diyerek bizi kalbimizden yaraladığı bilgisini de vermek isterim.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BELÇİKA-FRANSA 2023 7. Gün Brüksel

İtalya 10. Gün Floransa-Pisa-Livorno

BELÇİKA-FRANSA 2023 3. Gün Lille - Kortrijk - Oudenaarde