Almanya 2. Gün Potsdam - Berlin

Hamburg






Bu blogu ilk oluşturmaya karar verdiğimde ülkeleri karayoluyla, turistik olarak çok da alışılmadık şekilde gezmeyi planlamıştım. Blogda okuduğunuz bazı ülkeler teknik olarak bu araç kiralama sistemine el vermediğinden, bazen de döviz kurundan kaynaklı paramız bu maceraya yetmediğinden gezi tarzımızı değiştirmek zorunda kaldığımız zamanlar oldu. Fakat Almanya hem araç kiralamanın ucuz olduğu, hem yolların çok düzgün olduğu, hem de trafik kurallarına inanılmaz riayet edilen bir ülke olduğu için en sevdiğimiz gezme tarzına geri döndük. 




Rentalcars.com sitesinden 5 gün için yalnızca 720 TL'ye kiraladığımız aracımızı teslim almak için şehir merkezindeki Enterprise ofisine gittik. Aklınızda bulunsun hava alanından araç kiralamak her zaman daha pahalı. Ofise girdiğimizde ismimize kayıtlı rezervasyon ile ilgili bir sorun olduğunu söylediler bize. Ben siteden orta sınıf otomatik vites bir araç rezerve etmiştim. Bize, ellerinde otomatik vites araç olarak yalnızca son resimdeki minibüsün kaldığını söylediler. Normalde internetten araç rezerve ettiğinizde böyle değişimler olma ihtimali oluyor ve genelde müşteri olarak haklı olduğunuz için size bir üst sınıf araç veriyorlar ancak minibüs bizim hiç beklemediğimiz bir sınıf yükseltmeydi. Burada ofis çalışanına sorup dumura uğradığım üç sorunun cevabını paylaşmak istiyorum sizinle;

1) Benim ehliyetim binek araç için, bunu süremem ki dedim, Almanya'da bunlar binek olarak geçiyor dedi. 
2) Bi kere otoyoldan geçerken buna daha fazla otoban parası ödemem gerekecek dedim. Almanya'da paralı yol yok dedi.
3) Otopark'a falan almazlar bunu dedim, Almanya'da yol üzerinde park yasağı olmayan her yere park edebileceğimizi söyledi. 

Neredeyse ikna olmak üzereydim ki ofis çalışanı, Münih'ten dönmeyeceğimi, aracı orada bırakacağımı fark edince hemen alternatif bir araç sundu. Çünkü bu tarz araçlar Hamburg dışına verilmiyormuş. Biz de yukarıdaki düz vites Qashqai ile idare etmek zorunda kaldık. 

Bize aracı hazırlayan kardeşimiz de Almanya doğumlu bir Türk. Yarım Türkçesiyle bize bir hayli yardımcı oldu sağ olsun. Buradaki Türkler, Türkçe konuşurken çekiniyorlar. Hani biz İngiltere'ye gittiğimizde mükemmel konuşmaya kasarız ve çekiniriz ya, işte o hesap. 

Son bir bilgi vereyim bu bölümde, ikinci fotoğrafta arka tamponda görünen küçük bir delik gözünüze çarpıyordur. Eğer biz bu fotoğrafı çekmeseydik, kontrol ederken görmediğimiz ve rapora kaydetmediğimiz bu hatayı bize fatura edeceklerdi.  




Gördüğünüz üzere Almanya'da pompacı diye bir meslek yok. Aracınızı yanaştırıp kendiniz dolduruyorsunuz. Arabayı hareket ettirmeden içeri girip ödemenizi yapıyorsunuz. Sonra yolunuza devam ediyorsunuz. Biz tecrübesizlikten kaynaklı olarak otoyoldan benzin alma gafletinde bulunduk. Otoyol üzeri tesisler inanılmaz pahalı. Benzin fiyatında şehir içi ile arasında 30-40 cent fark var. Yukarıdaki trafik sıkışıklığının nedeni yalnızca 1 km uzunluğundaki bir yol çalışması için 5 km geriden yolu tek şeride indiren Alman disiplininin bir yansıması. Güvenlik burada her şey. Kurallar o kadar sert ve herkes o kurallara o kadar özen gösteriyor ki burada kaza yapma ihtimaliniz çok düşük. 





Normalde planladığım rota Cumartesi günü Berlin'i gezip Pazar günü de Potsdam'dan geçerek uzun yolu bitirmekti. Ancak araç alırken yaşadığımız zaman kaybı Berlin için az zamanımız kalmasına neden olunca, biz de Potsdam'ı önce gezmeye karar verdik. Gördüğünüz değirmenin anlamlı bir hikayesi var. Alman kralı II. Friedrich bu değirmenin yerine bir saray yaptırmak ister. Değirmenin sahibi yerini Kral'a satmaz. Konu Berlin mahkemelerinde çözülür ve Kral sarayını 200 metre ileriye yapmak zorunda kalır. Tam da yargı ve yürütmenin ayrı olması gerektiğinin 250 yıllık kanıtı diyerek siyasete girebilecekken kenarından dönüp asıl görmek istediğimiz Neu Palais'a doğru yol alıyoruz. 




Potsdam'da 20'nin üzerinde gezilecek saray ve tarihi yapı var. Biz hızlandırılmış turumuzda yeni saray olarak adlandırılan sarayı gezmeyi tercih ettik. Zamanımız olsa tam 1 gün gezilebilecek bir şehir burası. Yapı ana bina ve karşısına barok mimari ile yerleştirilmiş ek bina olarak ikiye ayrılıyor. Ek binanın amacı hizmetlilerin yaşamasıymış, ana binada yangın çıkma ihtimalini azaltmak için ve yemek kokularını saraydan uzaklaştırmak için mutfak kısmını karşıya almışlar. Şimdilerde Potsdam Üniversitesi bu ek binayı kullanıyor. 





Yeni saraydaki sesli rehber sistemi muhteşemdi. İlk resimde gördüğünüz cep telefonu boyutundaki cihaz size her odadaki ayrıntıları kısaca anlatıyor. Bu sayede de rehbersiz gezdiğinizde "çoo gusel yeaaa" demekten başka bir şey yapmadığınız bu tip sarayların detayları hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz. Eğer rehberi dinlemeseydim şu ikinci resimdeki örümcek ağı çizimini fark etmez ve son resimdeki gerçek deniz kabuklarıyla döşenmiş karşılama odasının tarihine de vakıf olmazdım. 


  
Sarayın en büyük salonuna girdiğinizde bu heybet sizi büyülüyor olsa da aslında burası bir mühendislik hatası. Bu kolonsuz devasa salonun zemini komple mermer olarak tasarlanmış. İkinci katta bulunan salonun zemini yapıldıktan hemen bir yıl sonra çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Senerler içinde defalarca restorasyona uğrayan 600 metrekarelik salonun zemini 90 Ton mermerden yapılma olduğu için 250 yıl bu ağırlığı taşıyan sarayın çökmemesi adına salon 2008 yılında restorasyona alınmış ve mermer zemin inceltilerek ağırlığı 18 tona düşürülmüş. Fotoğrafların kadrajları bi alex değil çünkü içeri girdikten sonra bizi fotoğraf bileti almamız gerektiği konusunda uyardılar. Sarayın fotoğraflarını 3 € karşılığında çekebiliyorsunuz. Alışılmadık bu uygulamayı nasıl atlattık kısmı ise daha garip, zira bizi kırık Almancasıyla uyaran bıyıklı abi topladığı son öz güveniyle bize "siz Türk müsünüz?" diye sordu. Evet diyince de "Siz çaktırmadan çekin o vakit ama başka odalarda çok şeyapmayın dedi". Tam gülüp turumuza devam edecektik ki abinin Alman yetkilileri ve uygulamaları hakkında serzenişlerini içeren bir alçı seansının içinde bulduk kendimizi. Muhteşem sanat eserlerinin bulunduğu ve Frederician Rococo ismiyle kendi ünvanını taşıyan bir mimari akım başlatan bu binanın içinde çalışan abinin, "Bunların, işte doğru düzgün tarihi olmadığı için eziliyorlar, hep Almanları yüksek göstermeye çalışıyorlar, hep kompleksten işte bunlar" diye bize anlatmasına, hiç ses çıkartmadan ortamdan usulca uzaklaşarak yolumuza devam etmemizin nedeninin, az önce kendisinin gözü önünde küçük çakallık yapmış olduğumuz gerçeği olduğunu düşünüyorum.



Sarayın bir odasının isminin Timurleng olduğunu fark edince çok şaşırdık. Andrea Celesti'nin Timur ve Beyazıt isimli devasa tablosu odanın duvarını boydan boya kaplıyordu. Tablo'da gördüğünüz üzere Ankara savaşından sonra esir alınmış Sultan Beyazıt kafesin içerisinde taşınıyor. Rivayete göre Beyazıt'ın sırbistan seferinde öldürttüğü Sırp kralının kızı ve nikahlı eşi Mileva Olivera Lazarević yani bizdeki adıyla Despina Hatun da savaş sonrası Bursa sarayının yağmalanmasıyla esir alınmış ve aylar sonra Timur tarafından düzenlenen bir eğlencede Sultan Beyazıt'a yarı çıplak bir şekilde hizmet ettirilmiş. Beyazıt'ın bu durumu bir aşağılama kabul etmesinden intihar ettiği de farklı kaynaklarda belirtiliyor. Sonrasında Prenses Sırbistan'a geri dönüyor ve ölene kadar başka kimseyle evlenmeden bir rahibe hayatı yaşıyor. Sırplar hem topraklarının ve halkının Osmanlılar tarafından yağmalanmasını önlediği hem de döneminde iki millet arasında barış sağladığı için Osmanlı Prensesi Olivera'yı saygıyla anıyorlar. Resimdeki başında kavukla Timur'a hizmet eden cariyenin de Olivera olduğu tahmin ediliyor.




Sans Souci Parkı yürüyerek gezilemeyecek kadar büyük. Park yönetimi, mesai saatleri içerisinde parkın bir başından diğer başına ring seferi yapan ücretsiz bir golf arabası koymuş. Sürücü abiyle muhabbet ederek geziyorsunuz parkı. Son resimdeki Sanssouci Sarayının bahçesi de muhteşem ama golfçü abinin son seferi olduğu için biz araçtan inmeden 1 kare fotoğraf çekip geri dönmek durumunda kaldık. Potsdam turist olarak gelip tam bir gününüzü geçirmeniz gereken bir yermiş bence. Bir dahaki sefere artık.




Potsdam'dan geceyi geçirmek için Berlin'e yeni taşınan arkadaşlarımızın yanına doğru yola koyulduk. Berlin, tüm Almanya gibi fazlasıyla yeşil bir şehirmiş. Trafik gayet düzenli, park yeri sıkıntısı yok. Arkadaşlarımızla ortalama bir uzakdoğu restoranında 5 kişi güzel bir akşam yemeği yedik ve 38 € ödedik. Bunları görünce insanın kafası karışıyor işte. Herhangi bir lokantada 5 kişi 38 liraya akşam yemeği yediğinizi düşünün.







Gördüğünüz üzere isteyene Berlin, İstanbul'un bir ilçesi gibi. Hiç Almanca ya da İngilizce konuşmadan burada yaşayabilirsiniz. Tabi kısıtlı bir çevreniz olur ama herhangi bir yemeğin özlemini çekme ihtimaliniz olmaz. Zira burada Pınar beyaz peynirin kilosu 4 €, zeytinyağının litresi 3 €, dana kıymanın kilosu 4 €, Tosya pirincin 5 kilosu 6 €. Hepsi Türkiye'den geliyor. Ayrıca bizim Türkiye'de bu ürünleri bu fiyatlara alamamamız da ayrı bir konu.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BELÇİKA-FRANSA 2023 7. Gün Brüksel

İtalya 10. Gün Floransa-Pisa-Livorno

BELÇİKA-FRANSA 2023 3. Gün Lille - Kortrijk - Oudenaarde