BELÇİKA-FRANSA 2023 7. Gün Brüksel

 Brüksel


Kıştan yeni çıkmaya çalışan, soğuk, kasvetli Belçika'ya özellikle bu mevsimde gelişimin iki nedeninden biri olan Paris-Roubaix bisiklet yarışına daha 2 gün vardı ve ben Avrupa'nın göbeğindeki bu erken uyuyan soğuk şehirden sıkılmıştım. Bir taraftan da ya çok ağır bir grip ya da covid geçiriyordum ama biz fani Türk'lerin ayda yılda bir yakalayabildiği vize fırsatına bu çok da üzerinde durulmayacak yarı ölüm deneyimiyle gölge düşüremezdim. Bu sebeple sabah 9 gibi bence bir turist için çok da erken olmayan bir saatte yine yollara düştüm. Beni bilen bilir, opera binası gezmek için sabah 7'ye saat kurmuşluğum vardır. 


Daha önce gezdiğim yerleri gezmek huyum değildir ama bugün için elimde daha önce gördüğüm 3 seçenek vardı. Güzeller güzeli Brugge, Jan van Eyck'e aşık olmamı sağlayan şehir Gent ve en fazla müze opsiyonu olan başkent Brüksel. Ben tren saatlerine de bakınca Brüksel'i tercih ettim. Brugge'de yapılacakları yapmıştım zaten. Gent de bu soğukta çekilmezdi. Brüksel beni çivi gibi yağan yağmurun yönünü yüzüme doğru çeviren sert rüzgarla karşıladı. Gardımı alıp Mont des Arts'a doğru yürümeye başladım. Sanat dağı anlamına gelen bu bölge Brüksel'de müzelerin toplandığı bir tepe. İlk Brüksel seyahatimde Atomium ve Parlementarium gibi çağdaş müzeleri gezmiştim. Avrupa'nın en önemli sanat tarihi müzelerinden biri olan  Musées Royaux des Beaux-Arts de Belgique yani güzel sanatlar müzesini gezme fırsatım olmamıştı. Benim için daha da heyecan verici olan Magritte müzesi de bu kompleksin içindeydi. Hemen bu müzenin karşısında da Musical Instruments Museum isimli, görece küçük ama niş bir müze vardı. Ben gelmeden önce internetten araştırırken bu müzede bir dinleti olduğunu öğrenmiştim. Hemen gidip bilet aldım. Çünkü güne klasik müzik dinletisiyle başlamak gibisi yoktu. 


Bu konser bileti sayesinde müzeyi de hızlıca gezme fırsatım oldu. Normalde müze bileti aldığınızda size bir audio guide veriyorlar. Bir çok müzede karşınıza çıkan bu cihazın en önemli olduğu müze kesinlikle bu gezdiğim müzik aletleri müzesiydi. Çünkü Audio Guide'a qr kodu okuttuğunuzda gördüğünüz enstrümanla çalınmış bir eseri dinleme olanağına sahip oluyorsunuz. Çok eski tarihlerden kalan, bazıları piyano, keman gibi enstrümanların öncüleri kabul edilen aletlerin seslerini duymayı isterdim. Bu müzeyi tabiri caizse piç etmeden şöyle bir dolandım ve hayatımın bir başka evresinde hakkını vererek gezmek için kendime söz verdim. 

Musical Instruments Museum


Musical Instruments Museum

Musical Instruments Museum

Müzeden çıkınca hemen aşağıdaki kafede bir waffle yiyip enerjimi toplamak istedim. Waffle'ın başkenti Brüksel'den poğaça yiyerek geçemezdim. 

Bu kısa moladan sonra son sürat güzel sanatlar müzesinin yolunu tuttum. Maalesef heyecanla bu şehre doğru yola çıkmamı sağlayan müze olan Rene Magritte Müzesi tadilattaymış. O yüzden eserlerin bir kısmını sergiledikleri küçük bir alana taşımışlar müzeyi. Ben de orayı gezerek bu binayı arşınlamaya başladım. 





Müzenin muhteşem bir özelliği var. Gezerken bazı qr kodları okuttuğunuzda sizi eserle ilgili bir ses kaydının olduğu Soundcloud linkine yönlendiriyor. Bu sayede eğer audio guide'ınız yoksa bile gördüğünüz resimle ilgili daha fazla bilgiye sahip oluyorsunuz. Eğer merak ettiyseniz aşağıdaki şaheserin linkini burada paylaşıyorum. Karşınızda "The Empire of the Lights" 


Rene Magritte sürrealizm akımının önde gelen sanatçılarından biri. "Son of Man" ve "İmgelerin İhaneti" tabloları en ünlü eserlerinden. Hemen alttaki Son of Man tablosu normalde sipariş üstüne yapılan bir otoporte olması gerekirken sanatçı kendisini çizmek yerine yüzünü bir elmayla kapatarak gizleneni ve aşikar olanı düşündürdüğü bir sanat eseri ortaya çıkartmış. Bu tabloyla ilgili konuşurken söylediği şu sözler dikkat çekici. 

- "Aslında gördüğümüz her şey, göremediğimiz başka şeyleri gizler, insanlar da hep görünmeyeni görmek isterler. Gizlenene ve görünenin bize göstermediği şeylere hep bir ilgi vardır. Bu ilgi oldukça yoğun bir duygu, bir tür gizli olan ile görünen arasında bir çatışma olduğu söylenebilir."

Rönesans sonrası gerçekçilik ve sonrasında izlenimcilik gibi akımlar sürrealizm kadar düşündüren ve insana sorgulama isteği uyandıran tablolar kazandırmadı insanlığa. Ama Magritte'in bu tabloları Platon'dan Baudrillard'a, Berger'den Lacan'a bir çok metni ve düşünceyi size hatırlatıyor. 


Aşağıdaki "İmgelerin İhaneti" tablosunu gördükten sonra Michel Foucault "Bu bir pipo değildir" isminde bir kitap yazar. Aslında Magritte bu tabloyu Foucault'un "Kelimeler ve Şeyler" isimli kitabını okuduktan sonra yapmıştır. İkili arasında göstergebilim üstüne mektuplaşmalar var. Sanat felsefeden nasıl da etkileniyor, felsefe de sanattan. Bu tarz hikayeler bende hayranlık uyandırıyor. Keşke tekrar genç olsam da daha fazla okuyup araştıracak zamanım olsa. 


Magritte sergisini gezdikten sonra sıra Brüksel güzel sanatlar müzesini gezmeye gelmişti. Özellikle müzenin Old Masters bölümünde yer alan Pieter Bruegel the Elder odası şahaneydi. En ünlü Bruegel tablolarını yakından görme fırsatım oldu. Ancak zamanlamayı doğru ayarlayamadığım için bu müzeyi biraz koştur koştur gezmek zorunda kaldım. Hollanda altın çağına olan ilgim az daha beni müze dükkanında indirimde olan, çantam kadar büyük bir kitap almaya itiyordu ki rasyonal düşünce, beni kocaman bir bisikletle dönüş yolunda daha fazla acı çekmeme neden olacak bu hevesten vazgeçirdi.  



Böyle müzelere genelde çok iyi bildiğiniz bir resmi yakından görmek için gidiyorsunuz. Louvre'un en çok ziyaret edilen resmi tahmin edeceğiniz üzre Mona Lisa. Ancak beni bu motivasyonun yanında yeni ressamlar ve eserler keşfetme güdüsü de perçinliyor. Aşağıda bu müzede en çok hoşuma giden ve daha önce bilmediğim 3 eseri sizlerle paylaşıyorum. İlk resim Jan Steen isimli sanatçının. Retorikçiler. 


Bu resim "Hristiyanlarla savaşan atlı Türkler" isminde olduğundan ilgimi çekti. Çizen Dirk Stoop.


Bu eseri yapan sanatçının kim olduğu bilinmiyor. İmzasında "Master of Paul and Barnabas" yazıyor sadece. Eserin ismi de "Kefernaum'da topalların iyileşmesi" 

the healing of the lame at capernaum

 Müze kapandığı için bizi dışarı çıkartana kadar hızlı hızlı elimden geldiğince fazla odaya girdim. Çıkınca o kadar yorulmuş ve acıkmıştım ki hemen kendime hem ucuz hem de doyurucu ve enerji verici bir şeyler almam gerektiğini düşündüm. Bir de telefonumu şarj etme kabusu vardı tabi. Zaten pili çok iyi olmayan telefonumu gün içinde bulabilirsem yemek yediğim yerde şarj ediyordum. Bu sebeple turistik merkezden biraz uzaklaşıp yerel halkın yemek yediği bir restoran bulmak amacıyla, bilmediğim bir caddede yürümeye başladım. Gittiğim bölge afrika kökenli nüfusun yoğun olduğu bir yermiş. Ben de küçük bir google aramasıyla bir Senegal restoranını gözüme kestirmiştim. Fakat restoranın yanına gidince hem çevrede üstüme toplanan bakışlara hem de içerisinin gözükmemesine dayanarak bu heyecanımdan vazgeçtim. Ana caddeye döndüğümde karşıma Exki diye bir sağlıklı yemek zincirinin restoranı çıktı. Hem hijyenik gözüküyordu hem de masalarda prizleri vardı. Aşağıdaki yemeği 16,5 €'ya yedim. 


  Enerjimi ve telefon şarjımı fulledikten sonra şehir merkezine doğru yola koyuldum. Hava henüz kararmamıştı ve Brüksel bana halen yapacak şeyler vaad ediyordu. 





Şehir merkezine doğru giderken yolumun üstündeki Saint Jacques-sur-Coudenberg kilisesine de adettendir diyerek girdim. Şöyle hızlıca içerisini dolaşıp tadilattaki kraliyet sarayının önünden geçerek yola devam ettim. 


Yurtdışında duvar yazıları ve böyle ilanlar çok hoşuma gidiyor. Gayet yaratıcı bir tasarımcı kardeşimiz. Eğer tasarım ihtiyacınız varsa iletişimi görselde. 



Brükselin en ünlü meydanına kadar yürüdüm. Aklımda bu bölgeye toplanmış barlardan birine girip bir kaç farklı Belçika birası tatmak vardı. Daha önce de dediğim gibi yurtdışında geziyorsanız ve kısıtlı zamanınız varsa ne kadar hasta olduğunuzun bir önemi yok. Barlar sokağı diye tabir edebileceğimiz yere girdiğimde karşıma ünlü Manneken Pis'in çaprazında daha önce Brüksel'e geldiğimde fark etmediğim Janneke Pis heykeli çıktı. 


Daha önce Brüksel'in sembolü, "işeyen küçük çocuk" anlamına gelen Manneken Pis'i bu blogta anlatmıştım. Bu heykel 1450'li yıllarda yapıldığı düşünülen ve şehre temiz su getirilmesinin nişanesi olan bir sanat eseri. 1982 yılında bir heykeltraş günümüzde çok tartışılan bir yaklaşımla, şehre toplumsal cinsiyet eşitliği getirmek için bu işeyen küçük kız heykelini yapmış. "Şimdi şehir eşitlikçi bir yer" oldu demiş bitirince de. Janneke Pis için de bir vakıf kurmuşlar ve aşkları daim olsun diye havuzuna atılarak bağışlanan bozuk paraları AIDS tedavi araştırmaları, bilimsel çalışmalar ve Unicef için bağışlıyorlarmış. 

 

Brüksel'de tabii ki çok çeşitli biraları tadabileceğiniz onlarca bar var. Delirium Cafe de bunların en ünlülerinden. 2000'in üzerinde bira çeşidi var diyorlar. Ben gittiğimde içeriye girmek imkansızdı. Nasıl bir hype olmuşsa tıklım tıklımdı içerisi. Diğer barlar da benzer şekilde kalabalıktı. Az önce ne olursa olsun yazmıştım ya, artık halsizlikten ayakta duramayacak noktaya geldiğimi hissedip ani bir plan değişikliğiyle Kortrijk'e geri dönmeye karar verdim. Demek ki o kadar da değilmiş.

Bu soğuk, yorucu, yağmurlu ama eğlenceli günün videosunu da aşağıya bırakayım. 







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İtalya 10. Gün Floransa-Pisa-Livorno

BELÇİKA-FRANSA 2023 3. Gün Lille - Kortrijk - Oudenaarde