Belçika 3. Gün Antwerp

Antwerp

Antwerp, Anvers ya da Antwerben diye 3 ismi bulunan şehir, nehir kıyısında gibi görünüyor ama aslında o nehir değilmiş, bir kanalmış. Buradaki gezimize biraz şehir dışındaki Middelheim Müzesi ve etrafındaki park ile başladık. Crown Plaza'da kalmamızın nedeni de hem bu parka yakın olması hem de Antwerp'in merkezindeki küçük otellerden çok daha ucuz olması. Uzun yıllardır arayıp da tutkuyla bağlanacağımızı düşündüğümüz sanat dalı modern sanat olabilir miydi? Bunun peşine düştük. 





Sabahları uyanıp şoralarda koşan, pisiklete binen insanlar, bizim gibi sabah uyandığında aklına ilk gelen şey sucukların arasından bize göz kırpan yumurtanın gözüne banmak olan bizler için biraz fazla Avrupayi doğrusu. Belki de imkanlarla alakalıdır. Onlarda park, bahçe bol bizde sucuk, yumurta. 





Yukarıdaki tekne müzenin en ünlü eseri. Burası bir açık hava müzesi ve kocaman bir parkın içine yerleştirilmiş 215 heykel ve sanat yapıtı var. Peki sizce burada hayallerimizi süsleyen sanat tarzını özümsedik mi? Hayır tabi ki :) Yamuk gemi güzeldi geri kalanı komple deli saçması. 
Bir de şehirden uzakta ve ulaşımı biraz sıkıntılı. Burada ulaşım bisiklet üzerine olduğundan şehrin her yerine ayrı bisiklet yollarından ulaşabiliyorsunuz. Bir de ülke neredeyse komple düz olduğu için bisiklete çok uygun buralar. Bizim belediyelere kızıyoruz hiç bisiklet yolu yok diye ama bura böyle komple düz yani. Herhalde bisiklete abanacaklar. Burada kimsenin "bizde hiç teleferik yok" diye söylendiğini sanmıyorum. Sabah sporumuzu yaptıktan sonra atladık bir otobüse Cogels Osylei'nin yolunu tuttuk. 





Burası Art Nouveau denilen mimari akımın hayat bulduğu bir mahalle. Her bina kendine özgü ve muhteşem. Galiba bizim sanata bakışımız bina odaklı. İşte bunlar hep Toki'nin bir nesil üzerine bıraktığı etkiler. Hava gördüğünüz üzere çok açık ama soğuk. Lahana misali giyinmemizden kaynaklı olarak ben montumu yırttım buralarda gezerken. Hep havadan yani yoksa şişman falan değilim hiç. O yüzden de bu sokağı gezdikten sonra Antwerp çarşısının yolunu tuttuk.






Burası Antwerp'in İstiklal'i. Bizdeki mağazalarlar aynı mağazalar bizdeki ile aynı fiyatlara satıyorlar ürünlerini. Hatta euronun bize pahalı olmasından olsa gerek bizdeki fiyatlar daha ucuz gibi geldi bize. Antwerp'in alışveriş olarak farklılık yaratan ürünü pırlanta. O da bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Zira doğum gününde Eda'ya pırlanta bişey alsam, bi demet maydonoz alaydın işe yarardı der. Gerçi hiç almadığımdan bu benim kafamdaki fantazi de olabilir. Burada bana ilginç gelen bir şey satın alırken yine çoğu şeyi size yaptırma istekleri. Alttaki bir pos cihazı. Kartı kendiniz takıp ödemeyi kendiniz yapıyorsunuz. 



Montu aldıktan sonra çantaları bırakmak için Airbnb'den tuttuğumuz eve gittik. Ev sahibimizi hiç görmedik çünkü anahtarı vermek için aşağıdaki sistemi geliştirmiş. 


Bir yarım saat kendimize geldikten sonra şehri keşfetmeye koyulduk. Burada da her meydanda ayrı organizasyon vardı. Burası ulaşım olarak çok düzenli bir şehir. Her yere mutlaka bir toplu ulaşım aracı var. Metro da var tramvay da. Hem de her mahalleye neredeyse her sokağa. Otobüsler bol sayıda. Bunlara rağmen herkes bisiklete biniyor. Alışkanlık herhalde. 

























Bu şehrin gün batımında güzel bir manzarası var. Ne de olsa sahil şehri.


Burada en çok dikkatimi çeken şey yukarıdaki otopark oldu. Sanki Antwerp İzmir'miş de Akp'li belediye alıp kordondaki binaların manzarasını inadına çirkin bir otoparkla kapatmış. Bu böyle bütün sahil boyunca gidiyor bir de. Bize çok garip geldi. Gerçek Avrupa bu değil.




Burası St. Anna Tüneli yayalar ve bisikletler için kanalın karşısına geçmeyi sağlıyor. Christmas nedeniyle bir ışık ve sis gösterisi hazırlamışlar. Sisi öyle vermişler ki dışarıdan yangın varmış gibi duruyor. Ama içerisi çok etkileyiciydi. Bu görsel şöleni hazırlayacağım videoda göreceksiniz.


Sokaklarda o kadar fazla şey kurmuşlar ki biz de akşam yemeğini sokaklarda yemeyi tercih ettik. Patatesli bişey yedik ve çok lezzetliydi.






















Buradaki meydanlarda yılbaşında herşey var tuvalet yok. Hele de en ünlü içeceği bira olan bu memlekette garip bir durum gibi geldi bize. Eski alışkanlık hemen taksim börgırı aradı gözlerimiz. Muadili bir alışveriş merkezi bulduk hemen meydanda. AVM, saat henüz akşam 7:45 olmasına rağmen kapanmak üzereydi. Hemen girdik içeri. Biz ki en meşhur yapıları AVM'ler olan, başı her sıkıştığında AVM'lere koşan, adeta AVM'ler için yaşayan bir kentin çocukları, girdiğimiz AVM'de sadece bir tuvalet olduğunu ve onun da AVM kapanmadan önce kapandığını görerek şoka uğradık. Şoka uğradık diyorum zira hava soğudukça böbrekler koşmanıza yardımcı oluyor. Meydandaki barlardan birine "bir arkadaşa bakıp çıkıcaz" edasıyla girmemiz de işte hep bu sıkışıklıktan. Enteresan bir şekilde kimse size "bilader hayırdır, önce bi sipariş, bişey vereydin de niyetini anlayaydık" diye bakmıyor. Çıkarken anladık ki buradaki insanlar zaten her cafenin, barın tuvaletini kendilerininmiş gibi kullanıyorlar. Böyle saçma şey mi olur diyerek oradan uzaklaştık.

Akşamında Sportpaleis denilen gösteri merkezinde Bryan Adams konseri vardı. Aslında Belçika'ya gitmeden önce plan yaparken acaba yurtdışında bir konser nasıl olur diye merak edip Antwerp'i bu tarhie denk getirmiştim. Ama bütün gün sırtımızda çantalarla yürüyüp bir de tekrar çıkıp bir o kadar da gece yürüyünce eve ulaşacak enerjimiz dışında bize birşey kalmadı. Yani bugün de meydandaki gösterilerin başlamasını beklerken bir bankta uyuya kalan Eda'yı fazla yıprattığım günlerden bir diğeriydi.

Yine de azimle çok gezenin bileceğine inandığım günlerden birini daha geride bırakırken aşağıdaki harita ve yürüyüş raporu bazı şeyleri özetliyor olacak.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BELÇİKA-FRANSA 2023 7. Gün Brüksel

İtalya 10. Gün Floransa-Pisa-Livorno

BELÇİKA-FRANSA 2023 3. Gün Lille - Kortrijk - Oudenaarde