Güneydoğu Asya 2. Gün Bangkok

Bangkok


Bangkok'taki ikinci günümüzde savaş, tarih, aşk, aksiyon, gözyaşı ve mutlu son var.  Güne maps with me uygulaması ile çıkardığım güzergahı katetmeye toplu taşıma kullanarak başlıyoruz. Belediye otobüsü duraklarında gitmek istediğiniz güzergaha göre numaraları görebiliyorsunuz. Biz 2 numaralı otobüs ile Grand Palace yakınına gittik. 




Çok eski ve köhne bir otobüs ama çok acayip bir özelliği var. Şu ikinci resimde duran abla binen yolcuların sayısını tutuyor ama kimse sizden para istemiyor. Neden? Çünkü devlet burada size minimum konforu sunsa bile şehir içi ulaşımınızı bedava sağlamak zorunda. Bizden farklı olarak aynı numaraya sahip 3 renk otobüs var. Kırmızı, sarı ve mavi.  Kırmızı otobüsler eski, klimasız ve çok seyrek geçiyorlar. Bizim şansımıza denk gelmiş. Sarı otobüsler klimalı ve ucuz. Mavi otobüsler ise klimalı, yeni ve çok fazla durakta durmuyorlar. 



Misket limonundan yapılan limonata burada sokaktan aldığımız en mükemmel şey. Havanın saat 10'da 30 dereceye çıkması sebebiyle tam bir hayat kurtarıcı kendisi. Bunu beğenince diyorsun ki diğerleri de mi güzel acaba. Saçmalamayın. Burası Tayland. Bilmediğiniz bir şeyi tatma dürtünüzü burada asla denemeyin. Mis gibi limonatanızı için, oturun temiz temiz. 








Burası büyük bir avlunun içerisinde, saray ve tapınakların toplandığı, "turistleri çok yormayalım, şöyle hepsini bir araya toplayalım da bir günde aradan çıkarsınlar" dedikleri tarihi turistik yer. Böyle tek yerde toplayınca sanki etkisi kayboluyor. Başka bir yerde tek başına karşınıza çıksa çok etkileneceğiniz budist tapınaklarını yan yana görünce "Eee, altın kaplama kuleler işte, nedir yani?" yorumlarına kadar geliyorsunuz. Bunda en alt fotoğraftaki gonyalı hanımefendinin de dediği gibi "vele, bu ne ıscak böle, heç gezilmeyoru" havasının da büyük etkisi var. Size tavsiyem sabah 8,30'da açılışına gidip öğlene kadar bu gezmeleri bitirmeniz. Yoksa böyle oluyorsunuz.


Giriş ücreti 500 baht yani 40 TL. Buradaki sarayı gezmeye açmamışlar. Önünde bir gösteri alayı sürekli geçiş yapıyor. 



Tapınakların duvarlarında bir sürü mitolojik öykü var. Biraz zaman ayırıp rehberli olarak gezmek gerekiyor eğer ilginiz varsa. Bilet alıp gezince resimlere bakıp anlam veremiyorsunuz çok.




 

Grand Palace'ın tam karşısında Wat Po var. Yani nam-ı diğer Yatan Buda. Neden önem arz ediyor ki diye düşünebilirsiniz. İçeri girip buda heykelinin devasa cüssesini görünce anlıyorsunuz ki önce heykeli yapmışlar sonra üzerine binayı yapmışlar. Araştırınca sadece binayı değil komple Bangkok şehrini heykelin üzerine yapmışlar, onu fark ettim. Burası şehir kurulmadan önce de var olan bir tapınakmış. Yalnızca 100 baht karşılığı içeri giriyorsunuz ve 1 şişe de su bilete dahil. 

 

Heykelin boyutundan mütevellit kardajlamada ciddi sıkıntı yaşıyorsunuz. 




Bu tapınağın bahçesinde 4 tane kule var. Kulelerin içlerinde de tabi ki buda heykelleri varmış. İçini göstermiyorlar. Şöyle bi hikayesi var anladığım kadarıyla. Kral Muhteşem Rama I bu tapınağın bahçesine bir kule yaptırıyor. Sonra yerine geçen Rama II arkasına 2.sini yaptırıyor. O ölünce onun yerine geçen Rama III birincinin yanına bir kule daha yaptırıyor. En son da Rama IV birincinin diğer yanına bir kule yaptırıyor. Bu kamu spotumuzda rehbersiz turistik gezisi yapmanın acı verici öyküsünü anlatmaya çalıştım. Saygılar.



Burada thai masajı da yaptırabiliyorsunuz gibi duruyor ama inanmayın zira çok sıra var. 30 Derece sıcaktan 15 dereceye soğutulmuş bekleme odasında 1 saat beklemeyi göze alamadık, yolumuza baktık. 





Bu seyahatte fil hariç tüm ulaşım araçlarını kullandık. Bu vapur da gördüğünüz üzere mavi bayraklı, yani pahalı olanlarından. Şehrin çeşitli yerlerine kanallarla bağlanmış bir nehir ulaşım sistemi var Bangkok'un. Trafik sorunu fazla olduğundan çok mantıklı bir yöntem. Fark etmişsinizdir metro ya da skytrain'i çok kullanmıyoruz, çünkü her hat ayrı bir işletmede olduğundan hepsine ayrı bilet almanız gerekiyor. Öyle "akbil basayım aktarma yazsın ya da turist akbili alayım sınırsız her istediğime binerim" yok maalesef Bangkok'ta. Bu kadar turistik bir şehrin bu konuya el atması lazım. 

Ben ikinci resimdeki Wat Arun tapınağını da gezmek istemiştim ama tadilatta olduğundan kapalıydı. Normalde aşağıdaki gibi gözüküyor. 


Sabahki otobüs yolculuğumuzda yanından geçtiğimiz Central World alışveriş merkezini merak etmiştik. Dönüşte orada yemek yiyebileceğimizi düşünüp atladık Skytrain'e.




Burası Dünya'nın 6. büyük Alışveriş merkezi Central World. Gördüğünüz üzere muhtelif yerlerde Turkish Airlines ve Türkiye reklamları var. Nedeni THY'nin direk uçuşu bulunması diye tahmin ediyoruz. Bu arada buradaki reklam ekranları Times meydanını andırıyor. 


Bu abiler bizimle acıya var mısın? diye soruyorlar. Ya da biz öyle olduğunu ümit ediyoruz. Kore restoranlarında böyle bir challange durumu var. Korece "Fighting" olarak adlandırılan bu meydan okumanın sonucunu aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsiniz. Başta söylediğim gözyaşı kısmı buydu. 



Bundan sonraki planımız gayet naif bir şekilde otelimize gidip biraz uzanmak ve günün yorgunluğunu üzerimizden atmak için şöyle en fulbadisinden bi masaj yaptırmaktı. Meğer macera yeni başlıyormuş. İndik AVM'nin kapısına. Eda dedi ki "çok yorulduk, 10 dakkalık yol, çok yazmaz zaten, atlayalım taksiye" 



Yanaşan taksilerden birine bindik, dedim ki "taksimetreyi aç", "açmam" dedi. Böyle şeyler oluyor, zaten çok sıra bekliyorlar, 100 baht için müşteri almıyorlar. "300 Baht'a götürürüm" dedi. "Bu resmen soygun dedim" ve indim arabadan. Şöyle küçük bir çantamız var. Sen, onu arabada unut. Peşinden nasıl koşturuyorum arabanın. Kayboldu gitti zaten biz fark edene kadar. Tüm AVM'nin çevresini dolaştım koşarak. Dünyanın en büyüklerinden demiş miydim? 5 dakika sürdü benim için o panikle. Ne kadar pembe taksi varsa içlerine baktım, yok. İçinde pasaportlar, paralar, kredi kartları gibi kaybettiğimizde hepsine birden ağlayabilmemiz için seyahatlerde hep bir arada tutmamız gereken şeyler vardı. Ben AVM çevresini dolaşıyorum, Eda güvenliği darlıyo "sizde kamera falan yok mu, plakasını bulamaz mısınız" diye. Döndüm Eda'nın yanına. Bütün 10 günlük program çöktü. "Neyse. Güzel bir tatil olacaktı. Sonra konsolosluktu, pasaport falan derken İstanbul'a döndük" diye bitebilecek bir blog yazısına neden olan benim teklif ettiğim 200 (16 TL) Baht'ı kabul etmeyip 300 (24 TL) Baht isteyen taksici çıkagelmesin mi elinde bizim çantayı sallayarak. Adamın elinden çantayı bir kapışım var, sanki insaniyet gösteren adam değilmiş de ben 8 TL'nin lafını yaptığımdan çanta kaybolmuş gibi saldırmışım resmen. Adam baktı tabi suratımıza "atasın ordan üç beş bişey" der gibi. Biz bi daha biner miyiz Taksiye. Töbe. Atladık skytraine 2 durak için. Hooop oteldeyiz. 


Geldik vaad ettiğim mutlu sona. Burası ziyadesiyle profesyonel bir masaj salonu. Otelimizin sokağındaki 10 salondan en elit olanı. Neden elit olanı tercih ettiğimizi aşağıdaki fotoğraf daha iyi anlatıyor. Hava karardı mı, masaj salonlarının önü 16-30 yaş arası ablalar ile doluyor. Yalnız gezen bir erkekseniz sizi ısrarla masaja davet ediyorlar. Çift olarak geziyorsanız kimse size bulaşmıyor. 



Biraz da masajdan bahsedelim. İstanbul'da çeşitli fırsat sitelerinden otellerdeki masajları satın alanlardan biri olarak söylüyorum, bizi İstanbul'da hamur yoğurmasını bilen çeşitli çekik gözlülere iteliyorlarmış resmen. Buradaki masaj başka bir zanaat. Sertlik derecesini soruyorlar başta ona göre girişiyorlar. Biz 2 kişi 2400 Baht ödedik. İstanbul ile aynı fiyata geldi. Çok daha ucuzları var tabi ama biz güvenemedik açıkçası. Haa "mutlu son" dememdeki amaç da biraz uzun olan bu yazının şu satırına kadar sizi tutabilmekti. Çünkü sex satar ve reklamcılık bunu gerektirir :)

0


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BELÇİKA-FRANSA 2023 7. Gün Brüksel

İtalya 10. Gün Floransa-Pisa-Livorno

BELÇİKA-FRANSA 2023 3. Gün Lille - Kortrijk - Oudenaarde