Dünya'nın farklı ülkelerinde bazen araba kiralayarak bazen farklı ulaşım araçlarıyla o ülkeyi baştan sona dolaşıp yaşadıklarımı yazıyorum. Benden sonraki gezginlere tüyolar veriyorum.
Almanya 2022 2. Gün Stuttgart
Bağlantıyı al
Facebook
Twitter
Pinterest
E-posta
Diğer Uygulamalar
Stuttgart
Seyahatin ikinci günü aslında gerçek anlamda kendimi İstanbul'daki çevremden, henüz bitirip dinlenme fırsatı bulamadığım işimden soyutlanıp kendimle kaldığım ve tatilde olduğumu idrak ettiğim ilk günümdü. Sabah Internationales Studierendenhotel'deki şampiyonların kahvaltısıyla güne başladım. Burası gençlik oteli. Geceliğini 54 €'ya seyahat öncesi risk almadan rezerve ettirmiştim. Tüm yolculuk boyunca yalnızca ilk 2 gece nerede kalacağım belliydi. O yüzden kafamın aşırı rahat olduğu ilk yer burası oldu.
Günümün yıldızı bisikletimle yapacağım 17 kilometrelik ilk tur olacaktı. Ama otele yakın Decathlon bulunca önce oraya uğramaktan kendimi alamadım. Yurtdışında market olsun, spor mağazası olsun gezmeyi çok severim. Alman Decathlonları'nda bizdekiyle aynı ürünleri € bazında aynı fiyatlarla satıyorlar. O yüzden çok da eğlenceli değildi ama yine de yol boyunca sırtımdan indirmediğim küçük, katlanabilir 20 lt sırt çantasını 15€'ya alıp yoluma devam ettim.
Almanya'daki bu ilk bisiklet turumda, bisiklet yolundan çıkmadan bir büyük şehirden, küçük kasabaya şehirler arası 17 kilometre bisiklet sürdüm. Yukarıdaki ilk fotoğraf sadece bisikletliler ve yayalar geçebilsin diye inşa edilmiş bir otoyol köprüsü. Almanya'nın bisiklet yollarını kıskanıyorum, evet.
Ludwigsburg Kraliyet Sarayı'nın bahçesinde böyle bir bisiklet park yeri var. Çantamı, aynamı, kaskımı, telefon tutacağımı, çalınacağından korkmama rağmen bisikletin üstünde bıraktım ve bisikleti buraya zincirledim. Döndüğümde suluk bile yerinde duruyordu.
Ludwigsburg Kraliyet Sarayı, yapımı 1733'te tamamlanan Avrupa'nın en iyi korunmuş ve en büyük barok saraylarından biri. Yaptıran çapkın da Duke Eberhard Ludwig. Çapkın dememin sebebi karısını Württenberg'in başkenti Stuttgart'taki eski sarayda bırakıp Paris gezisinde hayran kaldığı Versailles Sarayı'nın bir benzerini, sonradan Ludwigsburg diye bir kent halini alacak olan ancak o zamanlar boş bir arazi halindeki alana, kendisi ve metresi Christine Wilhelmine Friederike von Grävenitz için yaptırmış olması. Metres diyince aklınıza çok da soysuz biri gelmesin. Kraliyet metresi denilen bir konum var o dönem Avrupa'da. Ki bu metresler de önde gelen ailelerin kızları olabiliyor. Krallar ya da Dükler soy ağaçlarının devamı ve politik evlilikler yapma zorunluluğu yüzünden hiç görmedikleri, tanımadıkları, haliyle de sevmedikleri kadınlarla evlilik yapıyorlardı. O yüzden eşlerinin haricinde, bir de gerçekten sevecekleri, birlikte yaşayacakları bir kraliyet metresi ile birlikte oluyorlardı. Ancak maalesef Eberhard'ın ömrü sarayın tamamlanmasını görmeye vefa etmemiş. Hemen feminist tavırlarla "oh olsun işte, gül gibi eşini bıkarıp metrese saray yaptırırsan öyle olur" diyerek anakronizme düşmemenizi tavsiye ediyorum. O dönemin gerçekleri bunlar. Mesela daha büyük sıkıntıları, Eberhard'ın oğlu olmadığından, tahtın varisinin hayırsız bir yeğen olması. Tüm kraliyet ailesi Protestanken bu bağnaz oğlanın katolik olması. O yüzden ölmeden önce Eberhard, son bir gayretle çocuk sahibi olmaya çalışıyor ama muvaffak olamıyor. O yüzden katolik yeğen kısa süreliğine de olsa tahta geçiyor.
Sarayın içinde fotoğraf çekmek yasaktı, o yüzden aşağıdaki fotoğrafları sarayın kendi websitesinden alıyorum.
Bu bizim Eberhard'ın katolik olmayan 2. yeğeni Karl Eugen tahta geçtiğinde, zevküsefaya düşkünlüğünden saraya ahşap bir tiyatro salonu yaptırıyor. Dönemin tiyatro sanatçılarına yüksek paralar verip burada ünlü oyuncularla her hafta bir gösteri sergilemelerini sağlıyor. E tabi aktrisleri de rahat bırakmıyor. Abinin 78 gayrımeşru oğlu olduğu söyleniyor. Kızlarla birlikte sayı 200'e kadar çıkıyor diye anlattı rehberimiz. Bazıları da işte, buluyor kardeşim, neyse :) İlla dük mü olalım.
Bu tiyatro, Avrupa'nın bugüne kadar orijinalliğini korumuş en eski bir kaç tiyatrosundan birisi. Ahşap olmasından mütevellit halen yanmamış olması bir mucize. Koltuklar dışında her şey orijinal. Günümüzde de gösteriler düzenleniyormuş, izlemek isterdim. Sarayın bir de düğüne, doğum gününe, etkinliğe kiralanma durumu var. Saraydaki şapellerin 4'ü de doluydu biz gezerken. O yüzden girip göremedik. Burayı hafta içi gezmek lazımmış. Onu da öğrenmiş oldum. Şöyle fantastik bir doğum günü kutlama istiyorum diyen takipçilerimin aklında bulunsun :)
Saray'ın muhteşem bir bahçesi var ancak oraya ayrı giriş ücreti alıyorlardı. Daha fazla zaman harcamamak için ve oyro çok pahalı olduğu için bahçeyi ayrıca gezmedim. Çıkışta artık açlıktan ellerim titrediğinden hemen tripadvisor'dan civardaki ucuz ama güzel bir restoranı seçtim ama restoranın tabelasındaki URLAUB yazısı hayallerimi yıktı. Bizde çok görmediğimiz bir hareket olarak burada restoran sahipleri ve çalışanları, Ağustos ayında belli bir süre dükkanı kapatıp tatile gidebiliyorlar. Sonrasında meydandaki bir noddle restoranında yukarıdaki öğle yemeğini 16.6 €'ya yedim. Ardından Stuttgart'a geri dönmek için yola koyuldum.
Arada arkadaşıma telefon bakmak için Saturn'ü gezdiğim, şehrin çeşitli yerlerini yürüdüğüm kısmı atlıyorum ve akşama geliyorum. Yine de söyleyeyim bazı telefonlar Türkiye'den ucuz tabii ki. Ama yurtdışından telefonu getiren kendi pasaportuna kaydettirmek zorundaymış. Öyle başkasına alamıyorsunuz artık.
Bu gördüğünüz hafif bir müzik eşliğindeki elit akşam yemeğim. Tam bir ergen çılgınlığı düşüncesiyle gün düşmeden içmeye başladım. Latin havalarına dayanamıyorum gördüğünüz gibi ama yine de belli bir süre sükunetimi korudum. SchlossPlatz, Stuttgart'ın merkezindeki sarayın bahçesi. Gençler burada, çimlerin üzerinde takılıyorlar akşam olunca. Kimi böyle müzik yapıyor, sohbet muhabbet dönüyor. Ben de kendimi Almanya'ya mülteci olarak gelmiş 20'li yaşlarda bir Türk erkek, üçüncü kuşak bir Almancı kız ve onun arkadaşı yine buraya yerleşik bir Hırvat kız'la sohbet ederken buldum. Bir müddet sonra hacet giderme ihtiyacı hasıl olunca Stuttgart Belediyesi'ne etrafa bir tuvalet koymadıkları için bir küçük saydırdıktan sonra bir buçuk kilometre ilerideki metro tuvaletine gidip dönüşte de takıntım haline gelen, bakkallarda satılan hazır cintoniklerden alarak aynı ortama geri dönmeyi hayal etmiştim. Ancak döndüğümde ortama 5 arnavut erkek de eklenmişti ki hepsi muhteşem yüzyıldan tiratlar atacak kadar, bazı türküleri alkolün verdiği özgüvenle çığıracak kadar Türkçe biliyorlardı.
Sonra gece yavaş yavaş flulaşmaya başladı. Ertesi gün kendime sorduğum "Aç karnına içmek nedir, sen 17 yaşında mısın?" sorularının hiç bir önemi yok. O gece çok eğlendiğim kesin. Aşağıya, gecenin ilerleyen saatlerinde meydanın farklı yerlerinde farklı insanlarla zaman geçirdiğim, bir kısmının videosunu çektiğim ama çoğunlukla kaydı olmayan bir hatıra bırakıyorum. Ne ara 2 kız bana yarım şişe votka bıraktı, sonra ben ne ara "bunu içmem" kararını verip sağda solda şişeye talip birilerini aradım, bir İran Kürt'ü, bir Iraklı ve bir grup Alman gençle ne ara şarkılar söyledik. Sonra ben ne ara meydana biraz uzak bir rock bara gittim de orada aşağıdaki videonun sonundaki kıza "hallo" dedim. Bunlar bende hiç yok. Ertesi güne baş ağrısı, check-out yapılacak bir otel, toplanacak bir valiz ve binilmesi gereken mahşer gibi kalabalık bir Karlsruhe treni kaldı.
Aşağıdaki adımsayarın yanına 100 dakika da bisiklet eforu eklemenizi rica ediciiim.
Brüksel Kıştan yeni çıkmaya çalışan, soğuk, kasvetli Belçika'ya özellikle bu mevsimde gelişimin iki nedeninden biri olan Paris-Roubaix bisiklet yarışına daha 2 gün vardı ve ben Avrupa'nın göbeğindeki bu erken uyuyan soğuk şehirden sıkılmıştım. Bir taraftan da ya çok ağır bir grip ya da covid geçiriyordum ama biz fani Türk'lerin ayda yılda bir yakalayabildiği vize fırsatına bu çok da üzerinde durulmayacak yarı ölüm deneyimiyle gölge düşüremezdim. Bu sebeple sabah 9 gibi bence bir turist için çok da erken olmayan bir saatte yine yollara düştüm. Beni bilen bilir, opera binası gezmek için sabah 7'ye saat kurmuşluğum vardır. Daha önce gezdiğim yerleri gezmek huyum değildir ama bugün için elimde daha önce gördüğüm 3 seçenek vardı. Güzeller güzeli Brugge, Jan van Eyck'e aşık olmamı sağlayan şehir Gent ve en fazla müze opsiyonu olan başkent Brüksel. Ben tren saatlerine de bakınca Brüksel'i tercih ettim. Brugge'de yapılacakları yapmıştım zaten. Gent de bu soğukta ç
Floransa Sabah uyanıp çok sevdiğimiz Floransa'nın ayrıntılı gezmesini bir sonraki sefere bırakarak otelimizden ayrıldık. Geceden bavuldaki uyku tulumu gibi gereksiz fazlalıkları atarak kıyafetlerimizi sırt çantalarımıza doldurduk. Böylece bavulu Chianti 'lerle doldurabilecektik. Yurtdışına çıkan çoğu insanın heyecan duyduğu şey Freeshoplar. Biz burada fark ettik ki vergiler bizde çok yüksek olduğu için Freeshoplar sadece bizim insanımızda bu heyecanı uyandırıyor. Çünkü burada süpermarketler Freeshoplardan kesinlikle daha ucuz. Bu yüzden de Pisa'ya geçmeden önce hazır arabamız da varken alışveriş yapalım dedik. Alışveriş merkezleri genelde şehir dışlarında ve eski. Burayı gezerken bizim yaşadığımız bu inşaat çılgınlığını 20 sene önce yaşamış olmalılar diye düşündük. İtalya'da alışveriş ve market sistemi değişik gerçekten. Şöyle ki şehrin göbeğinde özellikle turistik bölgede süpermarket kesinlikle yok. En fazla küçük büfeler var ve küçük şişe su 1-1,5 €. Hemen ş
Lille 2 Nisan 2023 günü Kortrijk'e çıktım. Lille'den Belçika'nın bu orta büyüklükteki kentine 2 saatte bir tren seferi var. Valizimi akşam kalacağım Airbnb'ye bıraktım ve yola çıkma nedenim olan yarışlardan ilkini seyretmek için yola koyuldum. Muazzam bir rüzgar ve soğukla, ara ara çiseleyen yağmurla ve Pazar günü olması hasebiyle kapalı dükkanlarla mücadele ede ede yarışın en önemli yokuşu olan Oude Kwaremont'a ulaştım. Yokuşa ve önemine gelmeden önce size nasıl bir yoldan gittiğimi anlatayım. Biraz da yarıştan bahsedip okuyuculara genel kültür aşılayayım isterim. Öncelikle Ronde van Vlaanderen nedir? Flanders turu olarak Türkçe'ye çevirebileceğimiz, ilki 1913 yılında Belçika'nın diğer halkı Wallon'ların düzenlediği Liege-Bastogne-Liege yarışına rakip olarak yapılmaya başlanan Flaman bayramıdır. Bu sene Brugge'den başlayan yarış toplamda 273 kilometre sürdü ve Oudenaarde kentinde sona erdi. Bu yarışı diğerlerinden ayıran özellik ise aşağıda payla
Yorumlar
Yorum Gönder