Almanya 2022 10. Gün Bingen-Bacharach-St.Goar-Boppard-Koblenz
Bingen am Rhein
Adıma şampiyonların kahvaltısını hazırlayan Jugendherberge'den yüksek motivasyonla ayrıldım. Ren vadisi boyunca Koblenz şehrine kadar yalnızca bisikletlere ayrılmış bir yol gözüküyordu. Daha önce de Almanya'da şehirler arası böyle yollar görmüştüm ancak bu en ünlülerindendi. Manzarasının da çok güzel olacağından şüphem yoktu.
Burada biraz dinlendikten sonra pitoresk şehri keşfe çıktım.
Ren vadisinin romantik şehri olarak anılan bu kasaba, tarihi şarap ticareti merkeziymiş. Mimarisi şahane ahşap evler güzel korunmuş. Günümüzde bu evler genelde butik otel ve restoran olarak hizmet veriyor. Yukarıdaki fotoğrafların ikincisinde bir evin üstünde çevirebildiğim kadarıyla şu yazıyor; "Şarap ağırlığınca altın değerindedir, bütün acıları dindirir. Sık sık aptallara öğretir ve kötü kalpleri onarır."
Vadide şarap üretimi, yüzlerce yıl çok değerli bir geçim kaynağı olmuş. Halen de şehrin sırtlarında bu bağları görebiliyorsunuz.
Şehrin en ünlü yapısı Burg Stahleck. 1135 yılında yapıldığı düşünülen bu şato şimdilerde Jugendherberge organizasyonu tarafından alınmış ve hostel olarak işletiliyor. Aşırı hayran olduğum bu sistemle yalnızca 27 €'ya bir ortaçağ şatosunda kahvaltı dahil konaklayabiliyorsunuz. Bu şatoya kesinlikle çıkmak istedim ancak bisikletimin kenarına asılı çanta o kadar ağırdı ki bu yükü güvenli bir şekilde saklayabileceğim bir yere ihtiyacım vardı. İmdadıma Bacharach Turizm Ofisi yetişti. Bu ofiste bisikletinizi emaneten koyabileceğiniz bir oda var. Benim gibi turistler için düşünülmüş bir güzellik.
160 metre yükseklikteki şatoya keçi gibi tırmandım. İçeri girdiğim gibi 2 €'ya kahve aldım. Manzaraya karşı içip dinlendikten sonra da klasik turist fotoğraflarımı çekmeye başladım. Burada asla kafamda doğrusunu oturtamadığım bir sorunsalla yüzleştim yine. Gezdiğiniz yerlerde mekanın fotoğrafını mı çekmeyi seversiniz yoksa orada olduğunuzu hatırlatacak kendi fotoğraflarınızı mı? Ben güzel açılardan mekanın fotoğraflarını çekmeyi tercih ediyorum. Ancak gördüğünüz üzere storylerde paylaşmalık turist fotoğrafı çekmenin de çağımızın bir zorunluluğu olduğunu hissetmeye başlamış olacağım ki bu abik gubik pozları vermekten de geri kalmamışım.
Şehrin çıkışında Bacharach'tan Saarburg'e giden Hunsrück adında bir bisiklet rotası tabelası aklımı karıştırdı. Sahil boyunca Koblenz'e uzanan planım ertesi gün çok görmek istediğim Eltz Burg kalesini gitmek için haritada ileri geri ileri yapmamı gerektiren bir güzergaha tekabül ediyordu. Eğer buradan içeri girip bir tepe aşarak Saarburg'a gidersem ertesi sabah Eltz'e daha kolay ulaşabilecektim ama o tepe dediğim yükseklik bu ağır çanta ve mükemmel olmayan kondisyonla yapabileceğim bir şey miydi? Tam olarak ne kadar tırmanmam gerektiğini bilmediğim, yorulduğumda vazgeçip trene atlayamayacağım bir yola girmek henüz erken olduğuna karar verdim. Eve dönüp araştırdığımda da Hunsrück'ün üçgen biçiminde bir yayla olduğunu ve sarp tepeler barındırdığını öğrendim. Maceracı ruhumun staj yaptığı bu gezinin üstüne 2-3 tane daha yapmalıydım ki böyle ani kararlar alabileyim.
Yol boyu bisikletimin önüne taktığım küçük gidon çantasının içine koyduğum JBL hoparlörden müzik dinleye dinleye bisiklet sürdüm. Nehrin karşısındaki güzel şehirlerin ve şatoların resimlerini çeke çeke Bad Salzig kasabasına kadar geldim. Bu kadar fazla pedal çevirmek için bir sandviçten daha fazlasına ihtiyacım olduğuna kanaat getirince Bäckerai Volk fırından kruvasan ve ice tee aldım. Wifi'den de yararlanarak bir yarım saat dinlendim. Sonrasında tekrar yola çıktım.
Boppard'a geldiğimde artık iyice yorulduğumu hissettim. Daha sekiz günüm olduğu gerçeğini de göz önünde bulundurarak Koblenz'e olan yolculuğuma trenle devam etmenin daha doğru olacağına karar verdim.
Tren beklerken bir taraftan da Koblenz'de konaklama ayarlamaya çalışıyordum. Yine favori mekanım Jugendherberge'ye baktım. Otelde müsaitlik gözükmüyordu ama üstün Almancama güvenmediğimden İngilizceye çevirttiğim web sitesinde hostel koğuşunu işaretleyebildiğimi fark ettim. Şehirdeki konumuyla ilgili zerre fikrim olmadan rezervasyonumu yaptım. Koblenz'de trenden indikten sonra haritadan bakarak nehrin karşısında kalan konaklama yerime doğru yaklaştıkça tepedeki eski kalenin ne kadar da rezervasyon yaptığım yere yakın olduğunu gözlerimle de görmeye başladım. Bacaklarımın yorgunluk çığlıklarını bir kalede kalma heyecanı susturmaya çalışıyordu. Sonra haritayı dikkatlice incelediğimde buraya teleferikle çıkıldığını ancak saatten dolayı mecburen araç yolunu tırmanmam gerektiğini anladım. Yine de içimi kaplayan bu his pedallara daha da bir şevkle yüklenmemi sağladı. Galiba Almanya'da tırmandığımı en zor yokuşumdu burası.
Günün yorgunluğunu, hostele çevrilmiş olan Ehrenbreitstein Kalesi'nin bahçesinde atarken ikinci kadeh beyaz riesling şarabım da bana eşlik ediyordu.
Bu muhteşem günü toplamda 48 kilometre bisiklete binerek tamamladım.
Yorumlar
Yorum Gönder