İtalya 6. Gün Napoli-Roma-Vatikan-Pantheon

Roma

Napoli'yi o kadar sevmedik ki ev sahibimize sabah çok erken gitmemiz gerektiğini söyleyerek sabahın 7'sinde Napoli'den ayrıldık. Tatilde sabah 7'de kalkılır mı diye soranınız olursa bu tamamen tatile nasıl baktığınızla alakalı. Biz bu tatile keşfetmek için baktık. Ups! viral gibi oldu burası :) Neyse geceden internetten saat 13:00'a Vatikan biletleri almıştık. Vatikan çoğunuzun da bildiği üzere parayla çalışan bir din kurumu. Mesele dinden imandan çoktan çıkmış durumda zaten aşağıda nedenlerini göreceksiniz. Hani bizde bir laf vardır dini imanı para olmuş bunların diye. Adamlar Vatikan sistemini para üzerine kurmuşlar.





Dediğim gibi sabah erkenden çıktık Napoli-Roma otoyoluna. Otoyolun bazı yerlerinde göz kamaştıran italyancam ile anlayabildiğim tabelalarda "buraları sis basar arada bak ona göre gidin" yazıyordu, sanıyorum. Biri haze'i açık mı unutmuş gece ne yapmışsa gerçekten de bu kasaba komple sisliydi.
Yeni yüklediğimiz sygic isimli navigasyon uygulaması sayesinde Roma çevre yolundan direkman metronun ilk durağı ve bizdeki park et devam et sistemi gibi bir otoparka arabayı park ettik. Roma'da araba kullanmak Napoli'den çok daha kolay olmasına rağmen şehir içinde otoparklar çok pahalı ve toplu ulaşım sistemi de zaten yeterince rahat. Bir de Roma Pass alıyorsanız eğer zaten tüm toplu ulaşım ücretsiz. Gerçi kimsenin akbil bastığı, şoförlerin de bilader akbili basmadın yalnız dediği yok. Otobüslerde ön kapılar iniş için, arka kapılar biniş için kullanılıyor.


Otoparkın günlüğü 2 €. Bu sayede insanlar şehir içine arabayla girmiyor, arabayı buralarda bırakıp şehire metro ile gidiyor. Trafik de haliyle sıkışmıyor. Bir de bu Zone olayı tüm İtalyan şehirlerinde var. Şehirlerin belli noktalarına araba ile özel izin olmadan giremiyorsunuz. Girerseniz çok ciddi cezalar ödüyorsunuz. Bizim Tarihi yarımadaya arabayla girilemediğini düşünsenize. Çiçek gibi olur.


Roma Pass tanesini 36 €'ya aldığınız içinde haritası ve turist rehberi bulunan, size 72 saat full akbil veren bir sistem. Seçeceğiniz iki müze'ye ücretsiz giriş hakkı veriyor. Vatikan bu müzelere dahil değil zira orası özel işletme. Aslında bizim girdiğimiz müzelerin toplam fiyatı 26 € ediyordu, metro biletini falan da ekleseniz 30€'luk bir harcamamız oldu ama Colleseum'un önündeki kuyruğu gördüğümüzde ve RomaPass için ayrı giriş olduğunu fark ettiğimizde Roma Pass alarak yine de çok doğru bir iş yaptığımızı anladık. Kartı almadan önce araştırırken hangi müzeleri tercih edeceğiniz ile ilgili kafanızı çok yormamanızı tavsiye ederim. Çünkü zaten Colleseum ve Roma Forumu tek bilet sayıldığı için ilk tercihiniz kafadan burası olacak. İkinci için ise Roma size onlarca seçenek sunuyor. Genelde turistler Borghese Gallery'yi ya da Capitolini Müzesini tercih ediyorlar fakat biz Caserta sarayında anladık ki resim ve heykel bizim favori sanat dallarımız değilmiş. O yüzden biz farklı bir deneyim yaşamak için Le Domus Romane di Palazzo Valentini'yi tercih ettik. Buna yarın değineceğim.
Roma Metrosu Londra Metrosu kadar olmasa da eski bir metro, burada da çok yenileme gibi bir dertleri olmamış. Avrupa'nın bize göre en büyük avantajı altyapı sorununu çok önceleri çözmüş olması. Çok uzun yıllar önce yerin altını kazmışlar, trenleri koymuşlar, sen sağ ben selamet. Biz hala üstü bitmiş şehirlerimizde altını nasıl oyarız da içine bade koyarız diye uğraşıyoruz. Metro direk Vatikan'a çıkıyor. En alttaki haritadan arabayı bıraktığımız her ile Vatikan arasındaki mesafeyi görebilirsiniz.
Yukarı çıktığımızda Napoli'den kurtulmak için Roma'ya çok erken geldiğimizi fark ettik. Kahvaltı yapmak için Tripadvisor'a göre Roma'nın 8319 restoranından en iyi 3.sü olan Panino Divino'nun hemen yamacımızda olduğunu öğrendik. Küçücük bir büfe aslında burası ama böyle bir lezzet yok. Roma'da yaşasam sırf bu abinin Panini'lerini yiyebilmek için evimi buraya yakın bir yerden tutardım. Yıllanmış parmesanından, güneşte yarım kurutulmuş domatesine, pesto sosuna kadar her şeyi çok lezzetli.



Karnımızı doyurduktan sonra hava gittikçe ısınmaya başladığı için "nasıl giriliyor, nereden giriliyor şu vatikana keşfedelim de saati geldiğinde sıkıntı yaşamayalım" dedik.























Burası ünlü San Pietro meydanı. Vatikan'a geldiğinizde yol sizi direk buraya çıkarıyor ama müzenin girişi maalesef şehir duvarlarının dışından. Bunu çok basit tabelalarla anlatabilecekken nedense meydanın çıkış kapısının oradaki küçücük information desk'te giriş bilgisini veriyorlar. Siz de buraya gelirseniz bizim gibi kitleleri ve yolu takip etmeyin. Öncelikle "Musei Vaticani" tabelalarını arayıp bulun. Her yerde bu tabeladan yok. Temelde eğer aşağıdaki kapıyı görüyorsanız yanlış gelmişsiniz demektir.


Biz giriş yerini keşfettiğimizde sıcak gitgide bastırmaya başlamıştı. Biz de oturup birer Gelato molası verelim dedik.

Saatimiz yaklaştığında müze girişine doğru yürümeye başladık. Olağanüstü bir kuyruk bizleri bekliyordu. Tam da burada size asrın tüyosunu vereceğim. Buraya gelecekseniz internetten biletinizi alın öyle gelin. Bileti buradan alabilirsiniz: Vatikan Müzesi internet sitesi . Yoksa sizi bu manzara bekliyor olacak.


Bu kuyruk bir de etrafını dönüyor o surların. Peki biz nasıl bir kuyruktan geçtik onu göstereyim.



İçeriye girdiğinizde anlıyorsunuz ki burası "çok güzel, muhteşem, inanılmaz" diye tabir edilen bir çok eserin bir araya tıkıştırıldığı, yılda milyonlarca insanın "vaaay şok acayiiip" diyerek tıklım tıkış dolaştığı kocaman bir Zincirlikuyu-Söğütlüçeşme Metrobüsü gibi bir yer. Bu kesinlikle müze gezmek değil, şöyle bir durup bakacak zamanınız olmuyor çünkü sürekli bir kalabalık arkanızdan geliyor ve siz de ilerlemek ihtiyacı hissediyorsunuz. Zaten durarak gezilebilecek bir yer de değil aslında çünkü ziyadesiyle büyük.  



Bu meydana gelene kadar durum aşağı yukarı böyle.



Bu da Eda'nın "Ulan sıcağın alnında bitmedi heykeliniz, resminiz, kiliseniz be" pozu. Köy camiine "ne verirsen elinle o gider seninle" prensibine rağmen 3 kuruş vermeyen insanların buraya 16 € vermiş olduğu gerçeği tam da turizmin aslında nasıl bir ticaret kolu olduğunu kanıtlıyor. Bu konuda İtalyan'ları takdir etmek lazım. Turizmden para kazanmasını biliyorlar. Burada, sabahtan akşama kadar bedava yiyip içip malak gibi yatan turistlere "fix menü var abim, hepsi dahil" diyerek, neden turist sayımız yüksek olmasına rağmen turizmden çok para kazanamıyoruz daha iyi anladık.
  

Yukarıdaki fotoğraflar meydanın açıları, aşağıdaki de Eda sağolsun set fotoğrafı.


Bu da benim ortamlarda Ezio Auditore gibi dolaşmamı sağlayan kapşonlu keten gömleğim. Sırf bu yüzden vatikan girişinde bu pozu vermiştim. Gözlükler ise çağın çok çok ilerisinde...


Resim, heykel, duvar çizimleri vs. o kadar fazla ki bir yerden sonra "işte burda başka heykeller var, öte yanda başka resimler fela" diye dolaşıyorsunuz. Çok olunca değerini kaybediyor sanki. Aşağıdaki devasa koridor komple heykel mesela.





Buradan Sistine Şapeline de girelim de oradan artık meydana çıkarız diye düşündük. İçeride yine muhteşem tabelalarıyla bizi dört döndürdükten sonra farklı dillerde, mealen "fotoğraf çekmek yassak gardaşım, bi de bura kilise öyle zibidi gibi girmeyin içeri" konulu anonsların yapıldığı bir merdivenden aşağıya indik.  


İşte Michelangelo'nun yüzlerce yıl öncesinden Nokia'nın yükselişini öngörerek yaptığı muhteşem "Connecting People" isimli tablo. Bu fotoğrafı tabii ki ben çekmedim. Zira içeride fotoğraf ve video çekmek yasak. Bu yasağın flaşların eserlere zarar vermesi nedeni ile koyulduğunu düşünebilirsiniz ancak yazının daha en başında size Vatikan'ın ticari bir işletme olduğunu ve herşeyin sonucunun paraya çıktığını söylemiştim. Efendim, Sistine Şapeli'nin restorasyonu için en yüksek teklifi zamanında 3 milyon dolar ile Japon devlet televizyonu Nippon TV vermiş. Sonrasında bu teklif 4.2 milyon dolara kadar çıkmış. Bunun karşılığında da rahmetlinin bu eseri gibi yüzlerce resim barındıran Sistine Şapeli içerindeki tüm resimlerin telif hakları bu kanala verilmiş. Bu yüzden de içeride resim çekmek yassak. Atladıkları bir şey var o da internet. Artık öyle telif hakkı bilmem neyi ıvırı zıvırı kalmadı, kalmayacak da. Bak ben bloga bunu koyuyorum. Hadi kaldırsın Japon kanalı başkasını koyarım. Kaldı ki adam bunu halktan cennet vaadiyle toplanan paraları cukkalayarak bir ibadethanenin tavanına sanat için değil yine halk için çiziyorsa bunun telif hakkı yoktur. Olmamalıdır. Bu arada içerisi o kadar kalabalıktı ki eğer oturacak yer bulabilirseniz ancak bu resimleri inceleyebiliyorsunuz. O yeri bulmak ise gerçekten çok büyük bir şans. Biz bulamadan çıktık. 


"Bu kadar para kazanıyorlar insan şuraya bir hayrat bişey koyar" diyerek sızlanıyorduk ki karşımıza tek hayır dua almak isteyen Papa'nın koydurduğu çeşme çıktı. Şapelin hemen çıkışında küçük bir meydan var. Burada insanlar tükenmişliklerini gideriyorlar. Bu meydanda bir başka gişe var. San Pietro Bazilikasının tepesine çıkıp oradan şehir manzarasını izleyebiliyorsunuz ve tabii ki ayrı para. Asansörle 7€ merdivenle 6€. Biz hemen elimize akıllı telefonlarımızı aldık ve google görsellerden bu manzarayı bularak bu parayı vermekten kurtulduk. Biz daha çok şehir seviyoruz diye düşündük sonra da. Müzeler falan tamam da insanı, şehri, yaşantısı daha ilgi çekici gelmeye başlamıştı bize gittiğimiz yerlerin.

Artık San Pietro'yu görmenin zamanı gelmişti. San Pietro'ya giriş beleş ancak müze tarafından girerseniz uzun kuyruklardan kurtuluyorsunuz. Yani burada herkes parası kadar eşit.




Bu da meşhur "San Pietro'ya ayakkabılarıyla girdiler" fotoğrafım;





Bazilikadan çıktıktan sonra güneş hafiften yatmıştı ve bize meydanın 360'ını çekme fırsatı doğmuştu. 


Bunlar işte hep yorgunluktan...


Vatikan'dan çıktıktan sonra arkadaşımızın evine gidip üstümüzü değiştirdik. Çünkü kiliselerde usturuplu giyinecez diye yanmıştık bütün gün. Ev şehir merkezinde olduğundan çoğu yere yürümek mümkün. Yaklaşık 500 metre ileride Pantheon vardı. Orayı da gezmek istedik. Bu kadar kilise overdose oldu aslında ama İstanbul'a gelen meraklı bir turist nasıl cami cami geziyorsa burada da insan "Dur bir de şunun içine bakayım nasılmış" diyor kesinlikle. 



Bu Pantheon'un kubbesi. Çok büyük olduğu için açı sorunu vardı. Nerede olduğu belli olmayan bir taş yapı gibi algılanıyordu. Biz de çift kamera çalışmanın avantajını kullandık.





Pantheon bize Vatikan'dan çok daha samimi geldi açıkçası. Daha gerçek bir ibadethane. Vatikan sanki neyse parası verilmiş de yapılmış gibi duruyor bunun yanında. 

Akşam yemeğinde Fettucini Alfredo yemek için internet araştırması yaptık ve meşhur olanını bulduk. Romalı arkadaşımız bize "Bak yok öyle bişey, bunlar hep turist kandırmacası" dese de gitmeye karar verdik. Restoranı bulup masaya oturduğumuzda bir garson gelip 19:30'dan önce açılmayacağını söyledi. Ne çabuk unuttuk İtalya'da açıkmanın saatleri olduğunu diyerek oradan uzaklaştık. Arada bir kaç kilise daha gezmişiz artık ben sayılarını hatırlayamıyorum.





İçeri girdikten sonra anladık ki burası resimleriyle gerçekten farklı bir kilise. Resimlerin bazıları Caravaggio'ya ait. Buradaki resimler diğer kiliselerdeki gibi bir olağan üstülüğü değil gayet normal insanların gayet sıradan meleklerle yaşadıklarını anlatıyor izlenimi veriyor size. Özellikle alttaki resim The Inspiration of St. Matthew nasıl kontrast size anlatamam. Biz bu kadar karanlık klip çeksek KRAL TV yayınlamaz yani o derece.


Yemeğe alternatif restoran bulmak için Tripadvisor'ın bize önerdiği yerlere baktık. Burada çok da yakında olmayan ama her yorumda gittiğinize değecek tarzı bir yerle karşılaştık. Restoran'ın adı NOI NUOVA OSTERIA ITALIANA . Sonuçta macera bizim işimiz diyerek vurduk kendimizi Roma İETT'sinin şevkatli kollarına. Google maps'te yol tariflerinde bazı ülkeler için toplu taşıma seçeneği mevcut. Genel olarak da başarılı. Raylı sistemi hesaba çok katamıyor ama otobüslerde iyi. Otobüsten indiğimizde hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Biz de mapse bakarak restorana ulaşmak için yürümeye devam ettik. Geldiğimiz yeri beylikdüzünün köhne binalardan oluştuğu bir mahalle gibi düşünün. Planlı yapılaşmış ama çirkin binalar ve aralardaki parklar. Maps, restoranın bu binaların birinin arasında olduğunda ısrar edince biz de bir binanın otoparkına doğru girdik. Bir kaç masa gördük ama çok ihtimal vermedik. Etrafında dolaşınca başka yer olmadığını görerek bu bisikletçiden bozma mekana girmeye karar verdik. İçeride bizi restoranın sahibi beyefendi karşıladı. Çok şaşırtıcı bir şekilde rezervasyon sordu. Yok deyince de tüm masalarımız dolu aslında diyerek bizi şoke etti. "Yaw, siz farkında mısınız mekanınızın tamirciden bozma olduğunun" diyecektim ki içeride yerlerinin olduğunu dışarısının dolu olduğunu söyleyerek içimizi rahatlattı. İçerisi böyle;


Tedirgin bekleyişimizi restoranın sahibi hanımefendi gelip güler yüzle bize italyanca menüyü ingilizceye çevirerek sona erdirdi. 

Önce aperatifler;
Sonra Makarnalar;


En son da türüf mantarı soslu dana eti tek kelimeyle muhteşemdi.


Bu da restoranın dış görünüşü. Çok karanlık olduğu için ancak bu kadar anlaşılabiliyor. 


Bir kez daha cesaretimizin karşılığını aldığımız için çok mutlu olarak restorandan ayrıldık. Mahalleye direk tramvay olduğunu yediklerimizi eritmeye çalışmak için kısa bir yürüyüş yaparken anladık. Bu tramvayın şans eseri evimizin olduğu Largo di Torre Argentina'dan geçiyor olması da bizi ayrıca sevindirdi. 

Upuzun bir günü daha bitirirken alttaki yürüyüş raporundaki her santimetrede alın terimizin olduğunu söyleyelim.











Bumerang - Yazarkafe

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BELÇİKA-FRANSA 2023 7. Gün Brüksel

İtalya 10. Gün Floransa-Pisa-Livorno

BELÇİKA-FRANSA 2023 3. Gün Lille - Kortrijk - Oudenaarde